36. BÖLÜM
"YENİ BİR SAYFA."
Duman, bugün hastaneden çıkıyordu.
Çok uzun yıllar sonra ilk kez, geleceği arzulayıp ümit etmek için bir sebebim var. Aşk bir sebep olabiliyormuş, duygular ellerinden tutup kaldırabiliyormuş, kötü bir kalpte sevgiyle yumuşayabiliyormuş. Nasıl anlatırım bilemiyorum ama mutluyum.
Delirmek bir hastaneye yatmanın sebebidir, birine deli olmaksa aşkın sebebi.
Biriyle, birileriyle, kendinizle, duygularınızla kavga etmemek çok güzel bir şeymiş. Artık kimseyle dövüşmüyorum, kendimle bile.
"Ben bu hastane yatağını sevdim, biraz daha kalsam mı?"
Duman'ın sesiyle beraber kaşlarımı hafifçe çatarak ona doğru döndüm. Yatağında uzanmış, pişkin bir ifadeyle sırıtıyordu. Gülümseme değildi, tamamen sırıtmaydı. Hastane odasındaydık, ben dolabının içindeki kıyafetlerini topluyorken Duman da beni izliyordu. "Benim yatağımı daha çok seveceksin," diyerek ona göz kırptım.
Doğruldu. "Hadi gidelim."
Gözlerimi devirirken sırıttım ve elimdeki tişörtü de koltuğun üzerindeki spor çantanın içine bıraktım. Ameliyatın üstünden on üç gün geçmişti ve bu sürede Duman'ın durumu şükürler olsun ki iyiye gitmişti. Ameliyattan sonra uyanmasını beklediğim o saatler ameliyatı beklediğim saatler kadar zor geçmişti. Akşama doğru uyandığındaysa... boynuma yasladığım o bıçak elimden düşmüş, rahat bir nefes alabilmiştim.
Uyandıktan sonra çok yorgun düştüğü için hemen tekrar uyumuş, aralıklarla uyanmıştı. Yoğun bakımdan normal odaya geçtiğinde her şeyin yolunda gittiğini anlayarak sevinmiştim. Ameliyat yorgunluğunu birkaç gün sonra atmış, yemek yiyerek toparlamaya başlamıştı. Genelde bana sataşmış, uyumuş, dinlenmişti. Ada ve Muhammet bu sırada sık sık odasına gelmiş, Duman'ın yanında kalmışlardı.
İşte bugün de hastaneden ayrıldığımız gündü. Ada ve Muhammet arabayı çalıştırmak için bahçeye inmişti. Duman kıyafetlerini giyerken ona yardımcı olmuştum, çamaşırını ve çıplak göğsünü görmüştüm; Duman bununla epey eğlenmişti. Günlerin yorgunluğu üzerindeydi ama iyi görünüyor, muhtemelen öyle de hissediyordu. Her şey yolundaydı ama Duman hâlâ iyileştiğine inanamıyordu. Dün gece bana beni sen kurtardın, demişti. Ama ben hâlâ kurtulduğuma inanamıyorum, diye de eklemişti.
Ona bakarken dalmış olmalıyım ki Duman'ın yüzünde bir gülümseme oluştu ve bacaklarını yataktan indirerek yere bastı. "Üzülüyorum sana Mahşer, bana bakınca aklın falan gidiyor..."
Dolabın kapaklarını örtüp banyoya ilerledim. İçeriye girip burada bize ait bir şeyin olup olmadığına kontrol ederek odaya geri döndüm. Duman pencere önünde dikiliyordu. Ada ile Muhammet'in evden getirdiği siyah bir tişörtle, koyu kot bir pantolon giymişti; her zamanki Duman'dı işte. Beni fark ettiğinde başını omzunun üzerinden çevirerek baştan aşağıya süzdü ve boynunu iki yana kütleterek yürümeye başladı. "Yaz gelmeseydi keşke."
"Aynen, yazı ben de sevmiyorum," dedim omzunun üzerinden cama bakarak. Bulutların rengi tatlı bir maviye dönüşmüş, çiçekler açmaya başlamıştı; polenlerin uçuştuğunu görüyordum. Duman yanıma vararak elini belime yerleştirdi ve beni sertçe kendine çekerek elini belimden aşağıya kaydırmaya başladı. "Dikişlerin..."
"Okulda da eteğini böyle kısacık giyerdin," dedi, kafasını eğip burnunu saçlarıma gömdüğünde. "Çok tatlı olurdun ama... kıskanırdım seni."
Lise yıllarını hatırlatması beni adeta o günlere ışınladı ve kalp atışlarım istemsizce hızlandı. Bazen kalbinizi bölüp birden fazla kişiye veremezsiniz; tamamını bir kişiye verirsiniz ve ölene kadar onun kalır.
"Eğer cesaretin olsaydı," dedim gözlerimi ona doğru çevirerek. Kolumu boynuna doladım ve parmak uçlarımda yükselerek kulağına yaklaştım. "Veya benim daha fazla cesaretim olsaydı birbirimizle konuşabilirdik. O zaman sana izin verirdim, bana, beni görmekten fazlasını yapabilirdin.”
Okkalı şekilde yutkundu. "Çok fena bir kızsın sen."
Kulağının altına bir öpücük bıraktım ve tabanlarıma basarak ondan uzaklaştım. Duman ondan uzaklaşmama izin verdi ve aramıza bir mesafe açıldığında, alt dudağımı dişleyerek gülümsedim. "Ben de böyleyim işte."
Bana uzanmak için harekete geçiyordu ki, odanın kapısı önce tıklatıldı ve ardından yavaşça açıldı. Döndüğümüzde Ömer'i gördük. Yanımıza doğru gelirken Duman'ı baştan aşağıya süzdü ve ardından bana baş selamı verdi.
"Günaydın."
"Bizi artık sal," diye homurdanarak kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturdum.
Duman Ömer'e döndü. "Takılma sen ona, hayırdır?"
"Çıkmadan önce seni bir kez daha göreyim dedim." Ömer elini Duman'ın omzuna koyup tedbir amaçlı bir kez daha baştan aşağıya süzdü. "Senin için çok mutluyum dostum." Diğer kolunu da ona doladı ve Duman'a içten bir şekilde sıkıca sarıldı. Duman da ellerini onun sırtına götürüp erkekçe kucakladı Ömer'i. "Yıllar sonra seni hastaneden sağlıklı şekilde uğurlamak... Doktorluk hayatımda bundan daha çok ağlamak istediğim bir an olmamıştı."
"Ömer..." Duman bu sefer dalga geçmedi, espriye vurmadı, Ömer'i sıkıca kucaklayarak sırtını sıvazladı. "Çok sağ ol her şey için. Tek arkadaşım, tek dostum."
Ayağımın ucuyla yerde ritim tutarken, sarılmalarıyla hiç etkilenmemiş gibi yaparak mırıldandım. "Ağlamayın kızlar ya..."
Duman Ömer'in omzunun üzerinden dilini çıkardı ve yüzümü yalıyormuş gibi diliyle havada tur attı.
Manyak.
"Tamam, ağlayıp sümüklerini tişörtüme akıtacaksın şimdi," diyerek Ömer'i üzerinden attı Duman. "Ömer, bak doğruyu söyle... İçimde neşter falan bırakmadın değil mi?"
"Ameliyattan önce Mahşer beni köşeye sıkıştırıp uyarı çekti, bırakamadım o yüzden."
Duman gözlerini bana çevirirken ben de ters bakışlarımla Ömer'e fırça attım. "Yapar öyle şeyler," dedi Duman, kolunu omzuma atıp beni kendine doğru çekerken. "Çok seviyesiz insanlarız biz."
Ömer gözlerini kısıp ikimize bir dakika boyunca baktıktan sonra tekrar Duman'a dönüp konuştu. "İlaçlarını ve kontrollerini ihmal etme. Gününde, saatinde gel."
Duman onun omzunu sıktı. “Tamam.”
Ömer başını iki yana sallarken, Duman'ın omzu altından ona bakıyordum. Duman’la başkalarının, tanıdıklarımızın yanında samimiyet kurmaz; sevgiliden çok kavgalı gibi görünürdük ama sevgili gibi görünmek de güzelmiş. "İyi madem, şimdilik hoşça kalın," dedi Ömer, ardından bana göz kırptı. "Ona iyi bak."
Başımı salladım. "Merak etme, hiçbir şeyini ihmal etmeyeceğim."
Duman bana dönüp sırıttı. "Hiçbir şeyimi mi?"
Ömer yüzünü buruşturdu. "Daha fazla kalamam burada."
Ömer Duman'a bir kez daha, ilkinden daha sıkı sarılarak uyarılarını tekrarladı ve kapıdan çıkıp gözden kayboldu. Duman saçlarımı karıştırıp koltuğa ilerledi ve ceketini alıp tişörtünün üzerine geçirdi. Sağlığına kavuşmuş olsa da hareketlerinden yorgunluğu okunuyordu. Ceketi ona her zamanki gibi çok yakıştı. Saçlarını düzeltip ardından koltuktaki spor çantayı aldığında, "Ben taşıyayım," diyecek oldum ama Duman gözlerinden ateşler çıkararak "O kadar da değil," dedi.
Omuzlarımı silktim. "Peki."
"Hadi, çıkalım şuradan."
Bir daha dönmemek üzere.
Elimden tuttuğunda günler sonra ona özgürce dokunabileceğimi bir kez daha fark ettim. Bir aydan daha uzun süredir ona, dakikalarla sınırlı şekilde dokunuyordum. Ona göre daha ufak olan parmaklarım kemikli parmaklarının arasından kaydı ve avuçlarımız birbirine oturdu. Tatlı, tenimi karıncalandıran bir his bileğimden yukarıya çıkıp kalbimin sertçe gümbürdemesini sağladı. Duman göz kırptı. "Kalp atışlarını duyabiliyorum. Hep buna sebep olmayı istedim."
Asansör aşağı inmeye başladığında, elimi kaldırıp parmaklarımıza baktım ve bu resmi görmek beni rahatlattı. Parmaklarımı kıpırdattım ve asansör durduğunda beraber dışarıya çıktık. Hava bugün gerçekten sıcaktı ve tişörtümün içinde bile terlediğimi hissediyordum. Hastane kapısından dışarıya çıkarken son kez hastanenin içine baktım ve Duman'ın çekiştirmesiyle kapıdan çıktım.
Hastanenin bahçesindeki arabaya yaklaştığımızda şoför koltuğunda Muhammet'in oturduğunu gördüm, Ada da hemen yanındaydı. Duman onlara tip tip baktıktan sonra arka kapıyı açtı ve binmem için önce bana izin verdi. Bu centilmen tavrına dudak bükerek arka koltuğa oturdum. Duman da vakit kaybetmeden yanıma yerleşti ve çantayı ayaklarımızın ucuna attı. Muhammet ve Ada'nın kafaları bizden tarafa döndüğünde ikisinin de yüzünü kaplayan bir gülümseme fark ettim.
Duman Ada'ya gör kırptı. "N'aber?"
"Harikayım!" Ada kocaman gülümsedi.
"Ben de harikayım," dedi Muhammet, araya katılarak.
Duman ona doğru dönerken yüzündeki samimi ifadeyi kaybetmişti. "Sordum mu?"
Muhammet huysuzca önüne döndü. Duman keyifle gerindi.
Ada kafasını iki yana salladı. "Ona muhtemelen ne zaman iyi davranırsın?"
"Seni hak ettiğine inandığımda."
Muhammet taklit etti. "Sono hok ottoğono onondoğomdo."
Duman aynadan ona baktıktan sonra arkasına doğru yaslandı. Araba bir süre sonra Duman'ın Ada ile yaşadığı apartmanın önünde durunca ilk inen ben oldum. Muhammet de inerek bagajdan Ada'nın tekerlekli sandalyesini indirdi. Bu sırada Duman da dışarıya çıkarak ön tarafa yürüdü. Ada'nın kapısını açarak onu kucağına almaya yeltendi. “N’apıyorsun?” dedim, kolunu tutarak.
“Kardeşimi kucaklayacağım.”
“Muhammet yapar, saçmalama,” dedim, dikişlerini göstererek.
Duman ofladı ve Muhammet Ada’yı kucaklarken, ben de sandalyeyi aldım. Duman istemesem de taşımama yardımcı oldu. Daireye çıktığımızda Duman da haftalar sonra geldiği için durup evine baktı. Kırık bir kalple çıktığı eve tam, sağlam bir kalple girmek onu düşündürüyor olmalıydı.
İçeriye girip doğrudan salona geçtik. Muhammet Ada'yı koltuğa bırakıp kapıyı örtmeye gidince, Duman’ın tişörtü üzerinden kalbine dokunduğunu gördüm. Canı mı acımıştı? Ada’da benimle aynı şeyi düşünmüş olmalı ki kaygıyla abisine baktı. "Bir sorun mu var?"
Duman elini kalbinden çekti. "Hayır."
Ada her şeyin yolunda gittiğine inanmış olmalı ki rahatlayarak gülümsedi. Koltukta arkasına doğru yaklaştığında Duman üzerindeki ceketi çıkarıp koltuğa fırlattı ve ardından tepeden tırnağa kendini süzdü. "Bir duşa ihtiyacım var.”
Onu süzerken dudaklarımı yaladım ve kapının önünde dikilmeye devam ederken, "Ben sana yardımcı olurum," dedim hevesle. Gözleri bana uğradı ve tıpkı benim yaptığım gibi vücudumu baştan aşağıya süzdü. "Bana uyar."
Ada mırıldandı. "Bir şeyler dönüyor burada."
Dudaklarımı dişleyerek Duman'a göz kırptım ve arkamı dönerek banyonun yolunu tuttum. Peşime düşmesi zaman almamıştı. Adım seslerini duydum ve saçlarımı karıştırırken banyonun kapısını yavaşça açtım. Ben daha içeriye giremeden Duman belimden tutup beni kendisiyle beraber kapıdan içeriye soktu ve kapıyı örtüp vücudumu kapıya yasladı.
Bir anda dudaklarımdan öpmeye başladı.
Dudaklarını dudaklarımda hissettiğim an tüm dengem temelinden sarsıldı ve dudaklarımdan bir inilti döküldü. Ani saldırısı karşısında düştüğüm şaşkınlıktan sıyrılıp kollarımı boynuna sardım ve parmak uçlarımda, ona daha çok ulaşmak için yükseldim. Dudaklarımız sataşır gibi birbirini öperken, ruhumun kendimden başka bir şeye yaslandığını hissettim. Duman'a.
Birini öpmekte ne var bilmiyorum ama Duman'ı öpmekte, beni ayağa kaldıran bir şey var. Sanki kaburgalarım birleşmeye, kalbime batan huzursuz duygular ondan korkup kaçmaya başlıyordu. Elleri aşağıya inerek beni kendine bastırdığında, parmaklarımı saçlarının arasına yerleştirdim. Bir ses daha çıkardığımda Duman dudağını dudağıma daha sert bastırıp sesin duyulmasını engelledi. "Sessiz ol."
"O zaman öpme," diyerek ona çıkıştım. Ardından dudaklarımı geriye çekmeye çalıştım.
Dudaklarını yukarıya, yanağıma kaydırdı. "Çok uzun zamandır hiçbir şey normal değildi Mahşer. İlk kez kendimi normal bir insan gibi hissediyorum, kalbime karşı bir sorumluluğum yok. Ağrımıyor bile, çok şaşırtıcı. Bu kadar özgür hissederken... seninle olmak, hayalini kurduğum her şeyi yaşamak istiyorum."
Küçükken hayalini kurduğum o çocuğun, şimdi karşıma geçmiş kendisinin hayallerini süslediğimden bahsetmesi... Tarifsiz bir histi ve bunu tarifsiz yapan da ona âşık olmamdı. Başparmağımla ruj lekesi olan dudağını temizledim. "Tabii ki yaşayabiliriz ama bir şeyi çok merak ediyorum..." Bakışlarımı kalbine doğru indirip göğsünün üzerinden bir süre oraya baktım. "Beni kendi kalbinle seviyordun ya... Bu yeni kalbin takılınca... hislerin değişti mi?"
"Sen hâlâ orada mısın?" Beni sakince bıraktı ve ben kapıya yaslanırken, küvete doğru geriledi. Küvetin önünde durduğunda, dudaklarımı elimin tersiyle silerek onu izledim. Önce tişörtüne uzandı ve saniyeler içinde çıkarıp kirli sepetine fırlattı. Günler, haftalar sonra vücudunu çıplak gördüğümde boğazım kurudu ve yutkunma ihtiyacı baskın çıktı. Kalbinde, ciğerinde dikiş izleri duruyordu ve hepsi ödenmiş bedellerini gösteriyordu. Savaşmıştı, kaybedeceğini sanmış ama kazanmıştı. Bunlar da o savaşın izleriydi, onlara baktığında kazandığını görüyordum.
Gözlerim onun ödediği o ağır bedellerin üzerinden okşar gibi geçerken, Duman'ın pantolonunu çıkardığını da fark ettim. Bakışlarımı aşağıya değil, aksine yüzüne değdirdim ve yanına doğru yürürken ıslanmaması için çoraplarımı çıkardım. Duman küvetin içine girip suyu ayarladıktan sonra küvetin içine oturdu ve kafasını arkaya doğru, fayansa yasladı. Küvetin kenarına oturarak, elimi saçlarına uzattım ve rahatlamasına gülümsedim. Çok sıcak olmayan su onu ıslatmaya başlamıştı.
"Saçlarını yıkayayım mı?" diye sordum olabildiğim en yumuşak şekilde.
"Seni seviyorum Mahşer." Bu cümleyi duymak o kadar ani oldu ki, bir kısacık an için bunu kafamın içinde uydurduğumu düşündüm. "Ve bu kalbimden çok beynimle alakalı bir şey. Kalbim var diye mi seni yıllarca unutamadım? Hayır, beynim unutamıyordu. Kalp, beyinden aldığı uyarılarla çalışır, bir şeyler hisseder. Kalbim değişse de beynimden aldığı uyarılar hep aynı: sen Mahşer'e âşıksın."
Duman'ın kalbini belki defalarca kez kırmış, parçalamıştım ama o kalbi değişip yerini başka kalp aldığında da düşünmeden edememiştim. Ya bu kalbi beni yadırgarsa? Ya benim için atmazsa? Ama söyledikleri hem gerçek hem de oldukça romantikti. Dudaklarım kıvrılırken başımı salladım ve şampuana uzanarak saçlarına bir miktar sıktım. "Gözlerini sıkı kapat, yanmasın.”
Başını kolayca yıkayabilmem için küvetin ortasına doğru kayarak sırtını bana döndü. Uzayan saçlarını yıkarken, omuzlarını, sırtını izlemeden edemiyordum. Kaburgaları artık daha belirgin, çıkıntılıydı. "Birini, bir şeyi sevdiğini kabul ettiğinde daha şefkatli oluyorsun," dedi Duman, köpükler elimin altında çoğalırken.
"Doğru," dedim inkâr etmeden. "Birini, bir şeyi sevdiğimi kabul ettiğimde onunla dövüşmeyi bırakır, kendimle dövüşmeye başlarım; ona daha iyi davranabilmek için."
"Kendinle dövüşmeyi de bırakmalısın Mahşer."
"Bugün bıraktım," dedim ve başını eğerek suyun altına tuttum. Duman ona bir çocuk gibi davrandığım için sızlandı. "Köpükler ağzıma girdi Mahşer!"
"Ağzını açmasaydın o zaman.”
"Konuşuyorduk farkındaysan!"
Su, köpükleri durulayarak başından aşağıya aktığında, Duman eliyle yüzündeki suyu çırptı ve omzunun üzerinden bana doğru döndü. Onunla ilgilenmek, bir şeyler için yardımcı olmak hoşuma gidiyordu. Sessizce bana bakarken, şampuanı bir kez daha sıkarak dalgalı saçlarını yıkadım.
Lifi sabunlayarak sırtını ovalamaya başladığımda, "Ben hallederim," diyerek elimdeki life uzandı. Sanırım biraz çekinmişti. "Kendimi yıkayabilirim."
"Hayır," diyerek elimi geriye çekmeye çalıştığımda bileğimden daha sıkı tutarak, "İnat etme," diye homurdandı. "Hem sen de ıslandın hep."
Kaşlarımı çattım. Ben yıkamak istersem yıkardım. Lifi geri çekmeye çalıştım. "Islanayım, bir şey olmaz."
"Yaa?" Tek kaşını kaldırarak bileğime daha sert asıldı.
"Yaaa," dememe kalmadan Duman'ın çekişiyle irkildim ve kalçam küvetin kenarından içeriye kaydığında, vücudum da Duman'a yapıştı. Kolları beni etraflıca sardı ve sırtını küvetin taşına yaslayarak kucağına oturttu. İlk an şaşkınlıktan konuşamadım ve küvetin içindeki su yüzünden tüm kıyafetlerim ıslandı. Gözlerimi ona dikerek ne yaptın sen bakışı attığımda, elini yanağıma öyle güzel koydu ki ağzımı açamadan ona baktım.
Oldukça sakin şekilde beni kucağında dengelediğinde başım omzuna doğru düştü ve ellerim kucağımda birleşti. Çıplak omzunda yatmak bir şekilde huzurlu hissettirdiği için ona kızmadım ve uysal şekilde kucağında durdum. Yanağımı okşayıp derin, düşünceli bakışlarla yüzümün her çizgisini izledi.
"Özdemir Asaf demiş ya hani; yüzün gözün söz içinde. Sen de tıpkı öylesin. Her mimiğinde bir sitem, bir kızgınlık, öfke okunuyor."
Bir nefes mesafesinde durup içimden silemediğim kederle beraber dudaklarımı araladım. "Peki aşk? Onu okuyabiliyor musun yüzümden?"
"Yüzünden okuyamıyorum onu," dedi ve sanki bir daha emin olmak için yüzümdeki çizgilere baktı. Bu sırada yüzümü kendisine daha çok çekmişti. Kehribar bakışları, hâlâ kırık bir kalp taşıyor gibiydi. "Gözünden, ya da dudağının kenarındaki bazı gülüşlerden okuyorum."
Yüzümdeki yolculuğu bitmiş olmalı ki gözlerime çıktı ve o an onun gözlerinin içinde kendi aksimi gördüm. İnsan ait olduğu karanlıktan çıkamıyor ama bazen karanlıkta bir pencere açabiliyordu. "Aşk, iyi ya da kötü ayırt etmiyormuş," diye konuştu, aynı düşünceli ses tonuyla. "Birine, iyi bir kalbi olduğundan âşık olunmuyormuş. Bazen birinin içindeki o kötülüğü bile sevebiliyorsun, yaptığı her kusurlu şeye kafanın içinde bir bahane bulabiliyorsun; çünkü onu seviyorsan iyi biridir diye düşünüyorsun. Artık içimde hiçbir kötülüğüne bahane aramıyorum, seni içindeki en zehirli duygularla seviyorum."
"Bana tahammül eden insanlara şaşırıyorum," diye itiraf ettim kısık bir sesle. "Çünkü tahammül edilmesi zor biriyim. İnsanlar benim, değiştirilmesi gereken bir insan olduğumu düşünüyorlar. Aslında haklılar, ben de karşımda sürekli sesini yükseltip küfreden bir insana tahammül edemem. Tahammül edemiyor olmalarına sinirlenmiyorum, beni değiştirmek istemelerine uyuz oluyorum. Yaptığım hiçbir kötülüğün bahanesi yok. İstedim ve yaptım. Ben böyleyim. Yanlış ve kırıcıyım. İnsanlar hayatlarında beni ya böyle kabul etsinler ya da etmesinler. İşte sen öylece kabul ediyorsun, değişmemi istediğinde bile bunu kendimin mutlu olmasını istediğin için yapıyorsun. Zaten artık onu da bıraktın."
"Evet, insanlar sana tahammül etmek zorunda değiller. Senin değişmeni istemeleri de bir yere kadar kabul edilebilir. Fakat birini olduğu gibi kabul etmek herkesin yapabileceği bir şey değil." Islak, ağırlaşan saçlarımın diplerini hassas bir şekilde okşadı. "Fedakârlıktır bu."
"Olduğum kişiden memnunum," dedim, bakışlarım onun omzuna kayarken. "Yine de çok fazla tahammülsüz, zor biri olmaya başlarsam beni uyarabilirsin."
"Şikâyetim yok," dedi dosdoğrudan. "Ben ölümün kıyısından döndüm, büyük bir savaştan galip çıktım. Dile kolay belki ama doğduğumdan beri beni rahatsız eden bir şeyden kurtuldum. Hâlâ şaşkınım aslında. Geceleri kalbim ağrıdığı için uykularım bölünmeyecek, keyifle sigara içip ardından keşke içip de bu ağrıyı çekmeseydim lan, demeyeceğim. Sonra..." Eliyle kafamı suyun içinden kaldırdı ve dudaklarıma yaklaşıp titrek bir soluk aldı. "Seni öpmeye başladığımda durmayacağım."
"Hımm," dedim dudaklarıma bir gülümseme kondurarak. "Deneyip görelim."
Duman bana daha cevap veremeden ellerimi onun ensesine doladım ve kafasını kendime çekip kendimi de küvetin içine bıraktım. Gözlerimi yumdum ve ağırlığını hissederken, suyun omuzlarıma çarptığını hissettim. Duman da hiç gecikmeden bu öpücüğe karşılık verdi. Ardından kulaklarımda bir basınç oluştu. Bir çığlık kalbimin içinde patlayıp vücudumda yayıldı ve saçlarım suyun üzerinde yüzmeye başladı. Kalplerimiz bir şekilde yolunu bulup aynı ritimde atmayı başardı ve saniyeler boyunca ölümcül bir tutkuyla öpüştük.
"Denizler güzelse batmak bir lütufmuş," dedi Duman, dudaklarımız birbirinden ayrıldığında.
Dudaklarını önce alnıma, ardından şakağıma, burnumun ucuna, yanaklarıma kondurdu ve sonrasında benden uzaklaşarak doğruldu. Onun beni bırakmasıyla beraber küvetin içine düştüm ve su kütlesi etrafa sıçradı. Duman küvetin içindeki tıpayı çıkardı ve biriken su giderden akmaya başladığında, elimden tutup beni kaldırdı.
Küvetten çıktım ve ona arkamı dönerek üzerimdekileri çıkarmaya başladım. Tişörtüm ve şortum epey ıslanmıştı. Çamaşırlarımla kaldığımda Duman'ın bakışlarını tamamen üzerimde hissettim ama tepki vermedim. Siyah saçlarımı sol omzumda topladım ve suyu güçlü şekilde sıkarken Duman'ın derince soluklandığını duydum. Uzanıp kapının arkasındaki havluyu aldım ve vücuduma etraflıca sararak banyo kapısını açtım. Kafamı çıkarıp baktım ve Muhammet'in olmadığını gördüğümde çıkmak için harekete geçtim. Fakat çıkmadan önce dönüp son kez küvetin içinde beni izleyip gözlerini irice açmış olan Duman'a baktım. Dilimi dudaklarımda gezdirerek ona kışkırtıcı bir gülümseme attım ve ardından kapıyı çekip banyodan ayrıldım.
Duman'ın odasına girmeden önce Ada'nın odasına ilerledim. Kendime bir taytla tişört seçtim. Ada benden daha uzun ve zayıftı ama bunların olacağına emindim. Kıyafetlerle beraber Duman'ın odasına geçtiğimde giyindim ve yanımda getirdiğim havluyla saçlarımı kuruladım. Saçlarım düz, uzun ve çok koyuydu. Onları kurulayıp sırtıma bıraktıktan sonra sigara ihtiyacıyla elimi cebime attım ama paketimin şortumda, şortumun da ıslak olduğunu hatırladım. "Of ya.”
Saçlarımı karıştırarak yatak odasından çıktım, oturma odasına geçtiğimde Muhammet ile Ada'nın aynı koltukta oturup birbirlerinin elini tuttuklarını gördüm. İçeriye sessizce girdiğim için beni fark etmeleri birkaç saniyelerini almış, fark ettiklerinde irkilerek uzaklaşmışlardı. Duman'ın ceketini koltuktan alırken merak ederek sordum. "Siz hiç öpüştünüz mü?"
Kızardılar ve yanaklarındaki o pembelik beni gülümsetti. "Böyle sorular sorulmaz," dedi Ada, azarlayıcı bir sesle.
Dudağımı bükerek ikisini de süzdükten sonra Duman'ın ceketinden sigarayla çakmağını aldım ve Ada'ya göz kırptım. "Muma çevirmişsin çocuğu."
Muhammet bozulurken Ada'nın kaşları çatıldı. "Mahşer abla!"
Omuzlarımı silktim ve onlarla daha fazla uğraşmadan Duman'ın odasına geçtim. Kapıyı kapatarak camın önündeki tekli koltuğa doğru yürüdüm ve geçip oturduktan sonra bir sigara yaktım. Duman'ın evinin manzarasını seviyordum. Tepede kaldığı için İstanbul'un o eksi semtlerini, Galata Köprüsü’nü görüyordu. Hele akşamları manzarası ışıl ışıl oluyordu. Kalbi kırık bir adamın manzarası, yaşamın tüm renkleri oluyordu bir anda. Ölecek birisi burada durup o manzaraya baktığında, bir kez daha nefret ederdi ölümden. Yaşama manzara kurup ölüme sigara yakmak...
Sigaramın külünü silkerken kapının aralandığını duydum. Duman'ın geldiğini anlamak için görmem gerekmedi. Çıplak ayakları parkede sesler bırakarak ilerledi ve dolabının kapakları aralandı. Sırtımı koltuğun arkasına yaslayarak arkasına baktım. Beline bir havlu bağlamıştı ve odanın ışığını açmamış olsam da siluetini, vücut çizgilerini görüyordum. Havluyu bir anda çözdüğünde çıplak kaldı ve elleri dolabın içini kurcaladı. Karanlık, ayrıntısıyla seçmeme engel olsa da sırtını, kollarını, bacaklarını net şekilde görüyordum. Manzarama karşı sigaramdan bir yudum aldım ve giyinene kadar onu izledim.
Hazırlanıp yanıma geldiğinde, "Aç mısın?" diye sordum sabahki kahvaltının üzerinden uzun süre geçtiğini hatırlayarak. "Senin için bir şeyler hazırlarım."
"Evdeki her şeyin bayatladığına veya tarihinin geçtiğine eminim," dediğinde gözlerimi ondan tarafa çevirerek elimi sakallarına koydum. "O zaman makarna yaparım?" diye bir seçenek sundum ona.
Yüzünü eğip dizkapağımın üzerine bir öpücük kondurdu. "Buna hayır demem bebeğim.”
Yanağına bir öpücük kondurdum ve onun eli yanağına dokunurken mutfağa gittim. Dolapları açarak bakliyatların içinde makarna aradım. Çok efor sarf etmeme gerek kalmadan makarnayı gördüm ve çekip çıkardım. Tencereler... Sanırım üst dolaptaydı. Parmak uçlarımda yükseldim ve dolabı açıp derin bir tencere çıkardım. İçine su koyup tencereyi ocağa bıraktım ve makarna için nasıl bir sos yapabileceğimi düşündüm. Dolaba ilerleyip açtım. İçerisi kokuyordu. Çürümüş, tarihi geçmiş her şeyi temizleyip attım. O esnada ambalajı açılmamış bir kaşar paketi gördüm ve son kullanım tarihine baktım.
Fırında makarna yapabilirdim.
Beşamel sos için gerekli olan malzemelere baktım ve hepsi vardı. Dolaptan çıkardıklarımla fırında makarnamı hazırlayıp tabaklara servis ettim. Kutusu hiç açılmamış altılı bir kolayı da çıkarıp makarnaların yanına koydum ve ardından geriye çekilip makarnaları gururla süzdüm. "Elinden ne uçan ne de kaçan kurtulmuyor kızım, aferin."
Makarnanın iştah açıcı kokusuyla büyülenmişken başımı mutfak kapısına çevirerek seslendim. "Ada, Muhammet, gelin de yemek yiyin."
"Geliyoruz."
Onlardan cevabı aldıktan sonra masanın sandalyelerinden birisini çektim ve otururken, bu sefer benim için daha önemli olan adama seslendim. "Duman, yemek hazır. Hadi, soğumadan gel ye."
Muhammet mutfak kapısında göründü ve içeriye girerken masaya göz attı. O da yorgun, hırpalanmış görünüyordu. Geldiğinden beri Ada'nın ve bizim dertlerimizle uğraşmıştı. Ada'yı sandalyeye bırakıp yanına oturduğunda, uzanıp masanın ortasındaki çatalı aldı, Ada'ya verdi. "Başka istediğin bir şey var mı?"
Ada teşekkür eder gibi gülümsedi. "Teşekkür ederim, makarna yeter."
"Yetmezse ben sana yine koyarım zaten," dedi Muhammet ve gülümseyerek, onun tatlı bir pembeliğe bürünen suratını izledi.
Aynı esnada Duman mutfağın kapısında göründü. Elim ayağımın dolaşmaması için okkalı şekilde yutkunarak makarnamı bıçak yardımıyla kestim ve ağzıma büyük bir lokma atarak çiğnedim. Duman hemen yanımdaki sandalyeyi çekerek sakince oturdu ve dizi masanın altından dizime sürttü. Muhammet ve Ada, Duman'ın gelişiyle beraber sessizliğe bürünüp başlarını önlerine eğmişti. Duman sağ eliyle çatalını kavrarken sol elini de bacağıma koyarak Ada ile Muhammet'e bakmaya başladı. "Muhammet?"
Muhammet gözlerini Duman'a çevirerek yutkundu. "Efendim abi?"
"Yarın gidip sana iş bakalım," dedi düşünceli sesle. Ada kafasını tabağından kaldırmamış olsa da gülümsediğini görmüştüm. "Karşımızdaki daireyi tutacaksın madem, para lazım sana."
Muhammet'in yorgun bakışları parladı ve çatalını tabağının kenarına bırakarak başını salladı. "Ben kendimi bildim bileli çalışıyorum zaten, olur."
"Sen Bursa’da nerede, kimlerle kalıyordun?" diye sordu çatalıyla biraz makarna alırken. "Yanlış hatırlamıyorsam... aileni kaybetmiştin?"
Muhammet'in parlak bakışları bir an gölgelendi. "Beni Bursa'ya bağlayan hiçbir şey yok. Tek tabancaydım ben. Fakat artık buradayım, bu yüzden çalışsam iyi olur."
Duman hiç ayırmadan onun gözlerine kilitlenmiş, dikkatle bakıyordu. Dürüstlüğünü tarttığına emindim. "Kafede falan çalışır mısın? Kafede çalıştığın parayla ev de tutamazsın ama..."
"Benim biraz birikmiş param var," dedi Muhammet, heyecanla. "Yeter ki burada kalayım!"
Ada başını belli belirsiz kaldırıp gözlerini erkek arkadaşına çevirdiğinde, yüzündeki çizgilere kadar oturan samimi bir duygu gördüm. Duman lokmasını ağzına götürerek dişlerinin arasında çiğnedi. "Tamam o zaman, bundan sonra bizimlesin."
"Zaten uzun süredir benimleydi," dedi Ada, dalgın dalgın ona bakarken.
Muhammet ona dönüp göz kırparken, Duman da belli belirsiz gülümsedi.
Belli belirsiz gülümseyerek ben de tabağıma eğildim ve makarnamı yerken, kola içmeyi de ihmal etmedim. Lokmayı ağzımda çevirirken, diğerlerinin yüzüne baktım ve hepsinin iştahla yediğini görerek omuzlarımı kabarttım. Ada kolasından büyük bir yudum aldı. "Ellerine sağlık Mahşer abla, sen yemekten anlar mıydın?"
"Canım isteyince anlıyorum, istemediğinde anlamıyorum."
Muhammet'ten bir kıkırtı döküldü ve daha sesli gülmemek için eliyle ağzını kapattı. Ada da onunkine benzer bir tepki vererek güldü. Omzumu silkip kolamı içerken bardağın üzerinden Duman'ın bakışlarıyla karşılaştım. O, çocukların aksine gülmüyor, derin derin bana bakıyordu.
Çocuklar az sonra tabaklarını biterek kalktı. Onlar gözden kaybolduktan sonra ikimiz de anlaşmış gibi gözlerimizi birbirine çevirdik. Yaramaz parmakları taytın üzerinden bacağımı okşarken ona sırıttım ve başımı omzuna yaslayarak makarnamı yemeye devam ettim.
"Bu akşam burada kal," dedi, eli karnıma doğru çıkıp beni kolayca kendine çevirdiğinde. Vücudumun bir kısmı ondan tarafa döndü ve çenemi tutarak yüzümü yüzüne kaldırdı. Dudaklarını kaçamak şekilde şakağıma, yanağıma kondurdu. "Benimle uyu."
Aslında annemi merak ediyordum ama Enes'i arayıp sorabilirdim. Saçlarımı kulağımın arkasına koyarak, "Olur," dedim benden beklenilmeyecek kadar yumuşak şekilde. Mutlu olmak güzel şeydi ama her mutluluk için bir şeyin bizden ödünç alındığını düşünüyordum. Onu almamaları için elimi etrafına doladım ve gözlerinin içine baktım. "Beraber uyuyalım. Sarılalım da."
🥀
Beraber uyuduk, üstelik sarıldık.
Günü de geceyi de Duman'ın evinde geçirmiş, sabah olduğunda kalkıp kahvaltı yapmıştık. Duman kahvaltıda beni birkaç günlüğüne bir tatile götürmek istediğini söylemişti. Buna şaşırmış, biraz bocalamış, sonra kabul etmiştim. Duman, Ada ile Muhammet'i yalnız bırakmayı istemediği için Ömer'in ara ara eve gelmesini düşünmüş, arayıp bunu ona da söylemişti.
Şimdiyse evime doğru yol alıyorduk. Duman, araba kullanmayı özlediğini söylediği için şoför koltuğuna geçmişti, bense hemen yanında oturuyor ve radyoda açtığım şarkıyı dinliyordum. Evden bir süre önce ayrılmıştık ve evime varmamıza az kalmıştı. Bir valiz hazırlayacak, Duman’la beraber tatile çıkacaktık.
Terlediğimi hissederek arabanın camını indirdim. Rüzgâr canlı biriymiş gibi içeriye sızarak suratıma çarptığında memnuniyetle gülümsedim. Hava epey sıcak ama rüzgârlıydı. Aslında rüzgâr da ılık, sıcaktı. Üzerimde asıp kuruttuğum tişörtümle şortum vardı. Elimi enseme götürerek saçlarımı topladım ve avucumda tutarak kendimi, yüzümdeki rüzgârın akışına bıraktım.
"Nereye gideceğimizi söylemeyecek misin?" diye sordum.
"Hayır, söylemeyeceğim," dedi, sesi keyifliydi. "Ama tamamen yalnız olacağız, baş başa, sen ve ben... Aklından neler geçtiğini biliyorum, merak etme onları da yaparız."
Dudağımı ısırarak omzumun üzerinden ona döndüm. Bugün beyaz, tenine müthiş yakışan bir tişörtle kot pantolon giymişti. Güneş gözlükleri koyu renkli saçlarındaydı, evden çıkmadan önce sakallarını kesmiştim. İçimi çekerken Duman gözlerini trafikten alarak bana çevirdi ve havalı bir gülüş attı. "Merak etme, birkaç saat sonra üzerimdekileri çıkarabilirsin."
Gözlerimi devirdim. "İlaçlarını yanına aldın mı?"
"Aldım dedim ya Mahşer, yüz kere sorup durma ya..."
"Ne bağırıyorsun, sadece emin olmak istedim!"
Direksiyonu daha sert kavrayarak içini çekti ve ardından elini uzatıp başımı arkadan kavradı. Beni, aramızdaki mesafeye aldırmadan kendisine doğru çektiğinde asilik etmeden ona yaklaştım. Tişörtünün yakasını düzelttim.
"Sana beyaz yakışıyor," diye itiraf ettim, içimden geleni dudaklarımda hapsetmek istemiyordum. "Ben de kırmızı giymeyi çok severim," dedim ve ellerimi yakasından çektim.
"Ama genelde siyah, gri falan giyiyorsun Mahşer."
"Öyle hissettiğimden sanırım Duman. Yani kasvetli hissedince elim dolaptaki o renkli kıyafetlere gitmiyor."
"Benim artık harika derecede sağlıklı bir kalbim var," dedi, parmak eklemleri saç diplerime sürtünürken. Bu hissin bağımlısıydım, inkâr etmiyordum. "Bunun hatırına pembe giymelisin bence."
Harika derecede sağlıklı bir kalp...
"Oldu, pembe tişörtün altına da turuncu şort giyerim. Nasıl olur?"
Duman gülmemek için gözlerini ve ağzını kapattı.
"Gül gül," dediğimde arabanın sokağa girdiğini görerek koltuğuma geriledim. Bundan keyif alıyordu, beni güldürmekten veya komik olmamdan. Derin bir nefes vererek beyaz tişörtünün altından göğsüne doğru baktım. Duman sağlıklıydı, ben veya normal insanlar gibiydi. Ölmeyecekti, özgür kalmıştı. Artık makineler, cihazlar, gece yarıları uykudan uyanıp sızlanmalar yoktu. Duman, artık kalbinin üzerine yatabilirdi, çünkü artık kalbi ağrımayacaktı.
Araba evimin önünde durduğunda Duman'a inmesi gerekmediğini söyleyerek dışarıya çıktım. Anahtarım yanımdaydı, şortumun cebinden çıkarıp kapıyı açar açmaz evdeki kahve kokusu burnuma çarptı. Oturma odasında değillerdi. Saçlarımı arkaya doğru savurarak annemi merak ettiğim için ilk olarak odasına baktım ama annemi orada bulamadım. Sonrasında mutfağın yolunu tuttum ve kapıyı açıp baktığımda, annemin masada oturduğunu görerek rahatladım.
Kabul edeyim, bazen eve girdiğimde annemi ölü bulmaktan korkuyordum.
Annem, duyduğu sesle beraber kafasını çevirip bana baktı ve yüzüne mütemadiyen yapışık duran hüzünlü ifade huzura dönüştü. Beni gördüğünde iyi hissetmesine şaşırdım ve içeriye girerek ben de ona gülümsemeye çalıştım. Enes'in tezgâhın önünde uğraştığını göz ucuyla görmüşken, annemin yanına ulaşarak eğildim ve yanağına bir öpücük kondurdum. "Merhaba, nasılsın anneciğim?"
Anneciğim kelimesini normalde imalı söylerdim, o sevgiyi verememesinden yakındığımı anlasın diye. Fakat şimdi içimden geldiği gibi samimiyetle söylemiştim. İyiyim, sen nasılsın?
"Gayet iyiyim," dedim onun kısa saçlarını elimin içiyle düzeltirken. "Ne yapıyorsun?"
Gözlerini kısıp sırtı bize dönük olan Enes'e baktı. Şununla anlaşmaya çalışıyorum. İşaret dilini bilmiyor, beni anlamıyor.
"Boş ver bilmesin," dedim, annemi Enes’le paylaşmaktan hoşlanmadığım için. "Ben dün sana bir hafta yetecek yemek yapmıştım, ihtiyacın olduğunda ısıtıp onları yiyebilirsin."
Annem kafasını sallayıp ellerini masanın altında, kucağında birleştirdiğinde doğrularak tezgâha, abimin yanına ilerledim. Ocakta, dün annem için yaptığım yemeği ısıtıyordu. Saçları uzamıştı, geldiğinden beri kesmemişti. Onun yakışıklı bir abi olması sinirlerimi bozuyordu, ailenin tüm güzellik payını ben almalıydım. Gözlerimi ısrarla üzerinde tutup ona psikolojik baskı uyguladığım için pes ederek gözlerini bana çevirdi. "Evet, bağırıp çağırıp küfrettikten sonra yine beni dinlemeden gitmeni bekliyorum Mahşer. Dik dik bakma, sinir bozucu oluyorsun."
"Sinirini bozmak için öyle bakıyorum," dedim agresif bir ses tonuyla. "Şu an seninle uğraşacak vaktim yok Enes, tüm bahanelerini ben döndüğümde anlatırsın."
Tek kaşı yükseldi ve bununla beraber yakışıklı suratına on altı yaşına kadar sık sık gördüğüm o ifade yerleşti. "Onunla mı gidiyorsun?" dedi, çenesiyle mutfak camından dışarıyı göstererek. Duman'ın arabası buradan görünüyordu. "Hastaneden çıktı demek."
"Evet," dedim arabanın içinde beni bekleyen adama duyduğum hislerle beraber. "Çok iyi."
Kafasını iki yana salladı. "Böyle kafana göre yaşaman... Hızlı yaşıyorsun Mahşer, gecen gündüzün belli değil. İntikamdır, odur budur... Başın belaya girecek."
"Bir saniye, bu sevgi selin karşısında gözlerim doldu," dedim ve sahiden gözlerim dolmuş gibi titrek bir soluk vererek başımı iki yana salladım. Enes, anlamsız şekilde bana bakarken kıkırdadım ve onun omzunu sıktım. "Beni düşünüyormuş... Komiksin.”
"Seni tabii ki düşünüyorum aptal! Seni seviyorum ben!"
Onun sevgi anlayışını komik bulduğum için güldüm ve daha fazla tartışmadan ciddi bir sesle konuştum. "Ben birkaç gün olmayacağım. Duman bu hastane sürecinde çok yoruldu, kafa dinlemeye ihtiyacı var ve ben de onunla gideceğim. Annem sana emanet, zaten kendisi her şeyini yapabiliyor ama ilaçlarını alıp almadığını mutlaka kontrol et. Bir şey olursa da beni ararsın, telefonum açık olacak."
Sözlerimi bitirip onun yanından ayrılırken, Enes dirseğimden tutup beni kendine daha çok çekti ve çenesini başıma yaslayarak koluyla beni sardı. Evet, sarılmak sevgiyi gösterebilir ama duygularınız o kişiye açıksa. "Seni çok seviyorum," diye yineledi ve o sevgiyi görmek için çırpınmak istedim. "Annemi de seni de çok seviyorum Mahşer. Geldiğinde konuşacağız. Şimdi git, sevgilinle vakit geçir ama döndüğünde oturup doğru düzgün konuşacağız."
Aksilik, hırçınlık etmeden başımı salladım. Konuşacak olmamız onu affedeceğim anlamına gelmezdi. Abim beni bıraktığında annemin bizi izlerken gözlerinin dolduğunu gördüm ve ilerleyip gözündeki yaşları sildikten sonra mutfaktan çıktım.
Gözyaşları gerçek pırlantalar olarak gözlerimizden dökülse, o zaman duygularımızı satmak mümkün olur muydu?
Odama girip dolabıma yürüdüm ve aklıma gelen şeyle beraber gözlerimin parladığını hissettim. Kısa sürede aklıma gelen şeyi icraate döküp yanıma birkaç kıyafet aldım. İç çamaşırı, şort, askılı bluz, tişört ve biraz makyaj malzemesi. Odada işim bittiğinde banyoya geçtim ve duşta kullandığım şampuanla, duş jelini, diş fırçamı alarak odaya geri döndüm.
Çantayı hazırlayıp odadan çıktım ve mutfak kapısına bir kez daha baktıktan sonra portmantoya bıraktığım ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Anahtarımı yanıma aldım ve kapıyı açıp çıktıktan sonra arkamdan kapattım.
Bahçe kapısına yürüyerek adım adım ona yaklaştığımda, Duman'ın arabadan inmiş, mahalledeki küçük bir çocukla konuştuğunu gördüm. Arkası bana dönüktü. Yutkundum ve çantamı iki elimle tutarak sessiz adımlarla yaklaştım. Duman, birkaç saniyenin ardından benim farkıma vardı ve doğrularak benden tarafa döndü. Onun gözlerini görmemle her şeyin bir uğultuya kapılması beraber oldu. Dikkat et Duman, ben sende bulunabilirim. Ben artık ben değilim çünkü. Şaşkınlığının keyfini sürdüm. Önce gözleri baştan aşağıya beni süzdü, gözbebekleri irileşti ve sonrasında elini yüzüne kapatıp gülmeye başladı.
Aşkın tek iyi yani gülüşün, dediğinde bunu anlamsız bulmuştum. Fakat Duman çok haklıydı. Duman'ın gülüşü sadece aşkın değil, hayatımın da tek iyi yönü.
Aslında öyle bir gülümseme ki tüm hayatımı satın alabilir.
Gülüyordu, çünkü o istediği için kırmızı bir taytla turuncu bir tişört giyinmiştim.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...